Beş Soruda Basiretsiz Bankacılar, Köşeleri Tutanlar ve Tutarsızlıklar Tiyatrosu


Birkaç gün önce bir okurumuzun göndermiş olduğu yazıyı sizlerle paylaşmıştık. Anladığımız kadarıyla bankalara yönelik soruşturma açıldıktan sonra pek ses getirmese de üçüncü yazılı savunma aşamasından sonra özellikle bir gazete konuyu ısıtıp ısıtıp gündeme getirmeye devam ediyor. Öncelikle belirtilmelidir ki bu makale her ne kadar Rekabet Kurumu'nu savunuyor gibi görünse de bu blogun tarafsız ve objekif olma ilkelerinden kesinlikle taviz vermeye niyetimiz olmadığını belirtelim. Ancak, özellikle son yazıdan sonra yaşanan gelişmeler dikkate alındığında bu kez de "sessiz kalmanın" tarafsızlığa aykırı olacağı ve "vurun abalıya" modundaki haberlere destek olunacağı anlamına geleceğinden bu yazıyı kaleme alma gereği duyduk. Çünkü piyasa ekonomisindeki aksaklıkları ortadan kaldırmak amacıyla kurulan Rekabet Kurumu'nun "öcü" haline getirilmesinin rekabet hukuku açısından hayra alamet olmayacağını, "sorumlu gazetecilik anlayışı" ile "sorunlu gazetecilik anlayışı" arasında fark olması gerektiğini düşünüyoruz. Nitekim, cevap hakkı doğduğu gerekçesi ile yazıları ile ilgili makale editörlerimiz tarafından Sayın Erdal SAĞLAM'a gönderilmiş, ancak henüz bir cevap alınmamıştır. Bu yazıda da kendisine ve Sayın Ege CANSEN'e cevap hakkı doğmasından hareketle, cevaplarını bu sitede aynen yayınlayacağımızı şimdiden belirtiyoruz.

Bu makalede köşe yazarlarının yazmış olduğu yazılardaki tutarsızlıklara işaret edilerek bir ihtiyaç tespiti yapılması amaçlanmaktadır. Bu nedenle işe olaylara kronolojik olarak bakmakla başlayalım:
  • 2 Kasım 2011: Rekabet Kurumu bankalara soruşturma açtığını kendi İnternet sitesinden duyurdu; aradan tam bir yıl geçti; soruşturma tamamlanma aşamasına geldi.
  • 2 Kasım 2012: Hürriyet Gazetesi Erdal SAĞLAM'ın “Bankalara milyarca liralık rekabet cezası” yazısını manşete taşıdı ve soruşturma kapsamındaki bankaların genel müdürleri ile yapılmış olduğu konuşmalardan yola çıkılarak kamuoyu oluşturma ve Rekabet Kurumu'nu doğrudan veya dolaylı  olarak etkileme çalışmaları başlatıldı.
  • 3 Kasım 2012:  Hürriyet Gazetesi yazarı Erdal SAĞLAM  bu kez de “Bankalara ceza bütçeye gelir” diyerek Kurum'un özerkliğini kaybettiğini ve bütçe açıklarını kapatmak için ceza yazdığını ima etti.
  • 5 Kasım 2012: Hürriyet Gazetesi yazarı Erdal SAĞLAM yine bir banka genel müdürünün "inceleme esnasında uzmanların kendilerini beklemeden makamına geldikleri, bilgisayarını kırdıklarını, resmi ve özel yazışmalarına baktıkları' cümlesinden hareketle "Banka denetiminde hoyratlık" başlığı ile bir yazı kaleme aldı. Yine aynı yazıda ve önceki yazılarda uzmanların buldukları ve çoğu e-mail yazışması şeklinde olan deliller nedeniyle 'bankacıların cezaya kesin gözü ile baktıkları'nı ifade eden yazar bu kez de delillerin elde edilme şeklini 'hoyratlık' olarak niteledi.
  • 17 Kasım 2012: Anlaşılan yeterli kamuoyu oluşturulamamış veya Rekabet Kurumu ile BDDK arasaındaki protokolün devamının da gelebileceği düşünülmüş olacak ki bu kez de Hürriyet Gazetesi yazarı Ege CANSEN "Özel sektörün yeni öcüsü: Rekabet Kurumu" başlıklı yazısında ise  "Rekabet Kurumu, bir süredir özel sektöre kök söktürür oldu." dedi. CANSEN anılan yazıda rekabet hukuku jargonundaki çeşitli kavramlara başvurup "anlaşma yapılsa bile bu sektörde uygulanması mümkün değil" diyerek bankaları savunuyor; "rekabet hukukunda bir de muafiyet kavramı var, o da uygulanmalı", "anlaşmalı fiyat ve pazar bölüşümü gibi iş adamının kimyasına aykırı eski moda rekabet ihlalleri ile uğraşmak yerine büyük market zincirlerinin faaliyetlerine odaklanmalı" ifadesi ile de bir yandan hedef saptırma bir yandan da Rekabet Kurumu'na akıl verme ihtiyacı duyuyor.
Gelelim tüm bu yaşananları alt alta koyduğumuzda ve akıl/mantık terazisinde tarttığımızda karşımıza ne çıkacağına:

1- Köşeyazarları Tutarsızlıklar Tiyatrosu Oynuyor

Yukarıda yer verilen köşe yazılarını alt alta koyup değerlendirdiğimizde köşeyazarlarının tüm birikimlerine rağmen tutarsızlıktan sınıfta kaldığı anlaşılıyor.  Tutarlılık açısından aşağıdaki sorulara cevap verilmesinde fayda var: 

Soru 1- Yazılarda özetle Rekabet Kurumu görevlilerinin kredi faizleri başta olmak üzere çeşitli alanlarda rekabetin kısıtlanmasına ilişkin olarak bankaların üst düzey yöneticileri arasındaki e-mail yazışmalarını ele geçirdiği ve yöneticilerin de bundan endişe duyduğu, halbuki bu tür anlaşmalar yapılsa bile piyasanın yapısı gereği uygulanmalarının imkansız olduğu dile getiriliyor. Eğer yazılanlar doğru ise, daha önce bir soruşturma geçirip Rekabet Kurulu önünde arz-ı endam eyleyip yaygara koparan bu yöneticiler, hiçbir zaman uygulama kabiliyeti olmayacak bir işin peşinde koşarak zaman kaybedeceküstelik de bu nafile çaba sürecinde kanunu ihlal edip ceza yeme riskini alacak kadar basiretsiz mi?  

Soru 2- Yazılarda inceleme yapan Rekabet Kurumu müfettişlerinin ansızın makam odasına geldikleri, yöneticiyi beklemeden bilgisayarı, özel e-postalar dahil herşeye baktıklarından söz ediliyor. Yine aynı yazılarda yöneticiler arasındaki e-mail yazışmalarının en önemli deliller arasında yer aldığından bahsediliyor. Öyle ise, "bilgisayar kırmak"tan kasıt, yönetici gelmeden bilgisayarı açmak olmalı, aksi takdirde bizzat müfettişin kendisi olası delilleri yok etmeye teşebbüs etmiş olmaz mı? Eğer bilgisayar yönetici gelmeden açıldı ise, yönetici gelen kadar birinin sunucudan delil niteliğindeki e-mailleri silmeyeceğinden, incelemeyi yapanlar delilleri karartmayacağından nasıl emin olacaklar? Bir yöntem de tıpkı polisin yaptığı gibi bütün bilgisayarları yüklenip götürmek olabilir tabii, müfettişlerin bunu neden tercih etmediğini bilimiyoruz, ama her halukarda yapılan bilgisayarın alınıp götürülmesinden daha iyi değil mi? (Bu konuda hukuki nedenler de olabilir - bilenlerin yorumlarını bekliyoruz) Keza tüm e-maillere bakıldan hangi e-mailin özel e-mail olduğu hangi e-mailin suç delili olduğu nereden bilinecek? 

Soru 3 - CANSEN'in yazısında "anlaşmalı fiyat, pazar bölüşümü" gibi  davranışların "iş adamının ve iş dünyasının kimyasına aykırı" eylemler olduğu ve "eski moda" rekabet ihalelleri olduğu belirtiliyor. Bankalar söz konusu olduğunda;
  • Temmuz 2011'de AB Komisyonu  Goldman Sachs Group Inc. (GS), JPMorgan Chase & Co. başta olmak üzere toplam 16 yatırım bankası hakkında anlaşarak CDS (credit-default swaps) piyasalarındaki rekabeti kısıtlamaları nedeniyle iki ayrı soruşturma açmış [1];  
  • Söz konusu soruşturma devam ederken Barclays, HSBC, Royal Bank of Scotland (RBS) ve UBS de rekabet hukukuna aykırı bir şekilde Libor oranlarını manipüle etmekten ABD, AB, Kanada, İngiltere ve İsviçre otoriteleri tarafından halihazırda soruşturulmakya başlanmış; Haziran 2012'de Barclays 453 milyon $ ceza almış  ve CEO'su istifa etmiştir [2].  
  • Temmuz 2012'de ABD'de kredi kartı komisyon oranları üzerinde anlaşarak rekabeti kısıtlamaları nedeniye Visa, Mastercard ve bazı büyük bankalar 2005 yılından bu yana devam eden davayı sona erdirmek için 7.2 milyar dolar tazminat ödemek durumunda kalmıştır[3].  
  • Pakistan (ATM komisyon oranlarını belirleme) ve İsrail'den de (rekabeti kısıtlamaya yönelik bilgi değişimi)  benzer örnekler mevcuttur. 
  • Türkiye açısından, bir önceki makalede atıf yapılan Bülent ŞENVER'in yazısı ise seksen sonrası Türk bankacılarının "kimyası"na ışık tutmaktadır.
Velhasıl, Bloomberg'e şöylece bir göz atan birinin göreceği üzere, dünyanın dört bir yanında -özellikle AB ve ABD gibi cezaların ağır olduğu ülkelerde bile- bankacılar şu an "iş dünyasının kimyasına aykırı eski moda rekabet ihlalleri" nedeniyle milyarlarca dolar ceza ödemek durumunda kalırken "rekabet etmeme" kültürü ile yoğrulmuş bankacılarımızın bunu yapmadıklarından nasıl emin olabiliriz?

Soru 4- Sayın SAĞLAM'ın yazılarında iddia edildiği üzere soruşturmanın amacı elde edilecek cezalar sonucunda bütçe açıklarını kapatmak ise, Rekabet Kurumu bir yıl öncesinden bütçenin bu kadar açık vereceğini soruşturmayı açarken biliyor muydu veya soruşturmada delil bulunabileceğinden nasıl emin olabildi?  

Soru 5- Sayın CANSEN, "anlaşma varsa bile sektörde uygulanması mümkün değil", bu nedenle "rekabet hukukunda bir de muafiyet kavramı var, o da uygulanmalı" demektedir. Sayın CANSEN'in iktisat birikime diyecek laf yok; ancak rekabet hukuku konusunda ahkam kesmeden önce bir sonraki başlığı okumasında ve eğer iddialar doğru ise bu tür bir anlaşmanın nasıl muafiyet alabileceğini hukuken veya iktisaden açıklamasında fayda var.

2- Köşeyazarları için "Rekabet Hukukuna Giriş Dersi"ne ihtiyaç var.

Sayın CANSEN, "anlaşma varsa bile sektörde uygulanması mümkün değil", bu nedenle "rekabet hukukunda bir de muafiyet kavramı var, o da uygulanmalı";  "anlaşmalı fiyat ve pazar bölüşümü" gibi "eski moda" rekabet ihlalleri ile uğraşmak yerine büyük market zincirlerinin faaliyetlerine odaklanmalı diyor. Rekabet hukukunun dört temel maddesi ve usulüne ilişkin bu sitede yeterince kaynak var [4]; ama sadece 4. ve 5. maddeler açısından şöyle bir özet yapmak anlaşılan yararlı olacak:

"Anlaşmalı fiyat tespiti" ve "pazar paylaşımı" temel rekabet ihlali (hardcore cartel) olarak adlandırılan, toplumsal refah açısından en fazla zararı olan kartel türleri olarak tanımlanmıştır. Örneğin ABD'de bu tür "eski moda" eylemler nedeniyle 2001-2012 döneminde ABD'de 229 kişi toplamda 420 yılı aşan süreyle hapis ile cezalandırılmıştır![5]  Özellikle ABD'de rakipler arasındaki fiyat tespiti veya pazar paylaşımı per se olarak yasak sayılmaktadır ki bunun anlamı şudur: "Rakiplerin biraraya gelerek fiyatları tespit etme veya pazarı paylaşmak üzere anlaştıklarının kanıtlanması ihlal ve ceza için yeterlidir; anlaşmanın gerçekleşip gerçekleşmediğine, uygulanabilirliğine veya etkisine bakılmasına dahi gerek yoktur." Dolayısıyla söz konusu eylemler modası geçmeyen eylemlerdir.

Benzer bir şekilde, 4054 sayılı Kanun'un 4. maddesinde de rekabeti kısıtlama amacı bulunan anlaşmalar uygulanabilir olup olmadıklarından bağımsız olarak ihlal sayılmaktadır[6]. Anlaşmanın etkisi ancak cezanın tayini açısından önem taşımaktadır.  

Muafiyet için ise, 4054 sayılı Kanun'un 5. maddesinde yer alan dört koşulun da gerçekleşmesi gereklidir [7]. Bunlardan birisini (ilgili pazardaki rekabetin tümüyle ortadan kalkmaması) "zaten bir sürü oyuncu var" diyen sayın CANSEN'in hatırına gerçekleşmiş sayalım; geri kalan üç koşulun nasıl gerçekleşeceğini de iktisaden o bize açıklasın:  

Eğer iddialar doğru ise ve bankalar tüketici kredilerine ilişkin faiz oranları konusundaki rekabeti kısıtlamak için anlaşmışlar ise, 
   
a) Bu tür bir anlaşma sonucunda elde edilecek ekonomik veya teknolojik gelişme nedir?

b) Tüketiciler aleyhine faiz oranlarının arttırılması sonucunda tüketiciler bundan nasıl fayda sağlayacaktır?

c) Velev ki yukarıda sayılan ekonomik/teknolojik gelişme ve tüketici faydası sağlanmış olsun, bu faydalara söz konusu rekabet kısıtlamaları olmadan ulaşılamaz mı?

Başta da belirttiğimiz üzere ilgililerin cevap hakkı ile okuyucularımızın yorum yapma hakkı saklıdır. Bir an önce doyurucu cevaplar almak dileğiyle...

[2] Ayrıntılı bilgi için bkz. 


Önemli Not: Sitede yer alan yazıların tüm sorumluluğu yazarlara aittir ve www.rekabethukuku.info sitesini veya herhangi bir kurum veya kuruluşu bağlayıcı değildir. Sitedeki yazıların en doğru ve en güncel bilgileri içerdiği garanti edilemez. Yazılar yalnızca genel bilgi vermek amacını taşımaktadır; hukuki görüş olarak değerlendirilemez ve yayınlarda yer verilen görüşlerden kaynaklanabilecek olası zararlardan site, yazarlar ve editörler sorumlu tutulamaz. Rekabet hukukuna ilişkin sorunlarda konu ile ilgili avukatlara danışmanız ve/veyaRekabet Kurumu'na başvurmanız önerilir.

0 yorum:

Yorum Gönder